22 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Ülkenin Kültür Birikimi ve Spice up your life!

Aklıma takılan iki hususa da değinmeden edemeyeceğim.

Birincisi dost ve kardeş ülke Pakistan'ın kültürel birikimi.
Pakistan yıllar boyu farklı din dil ve ırktan yüzlerce devletin etkisi altında kalmış bir ülke. (Aslında bu cümleye ciddi bir giriş yapmamıştım ama devam ediyorum) Düşününce bir tarafta İran gibi köklü bir ülke, diğer tarafta Çin gibi uzun soluklu bir devlet, Rusya'ya yakın, zaten Hindistan'dan din dışında bir farkı yok, Türkler burada epeyce dinlenmişler, İngilizler desen sömürmüş, daha kim gelsin ki? veya daha hangi kültür etkilesin ki bu toprakları?
Her gelen birşeyler almış bir şeyler vermiş, bir etkileşim bir sinerji var bu topraklarda. Sinerjinin sebebinin Pakistan halkı olduğunu sanmıyorum, benim bu zamana kadar edindiğim gözlemler ve bunların sonucunda oluşan yargılarım, Pakistan halkı'nın tüm bu etkileri uzun bir süre izlediği ve daha sonra "Eh hadi artık birşeyler yapalım" kıvamına gelince de en basitini uygulamaları.
Kısacası Pakistan'ın kesinlikle bir kültür birikimi var, patlamaya hazır bir birikim, hiçbir zaman kinetiğe, harekete dönememiş bir birikim.
Ama bu birikim cidden var, her ne kadar atom bombasına sahip tek müslüman ülke de olsa, bu birikimin harekete geçmesi için onun gibi birkaç bombanın daha patlaması gerekiyor sanırım...

Gelelim "Spice up your life!" kavramına. Anglo-saxon kültürünün günümüzde kullanmaya devam ettiği, "günü gün et, hayatı renklendir, neşeli ol ki genç kal" gibi söylemler, dost ve kardeş ülke Pakistan'da da yankılanmış bir süre. Bundandır ki, neredeyse tüm lokantalarda "Spice up your life!" yazıyor.
Bunu iki yönden inceliyorum; birincisi, demek ki Pakistan istediği ve kendine uygun gördüğü etkiyi anında uygulamaya geçirebiliyor. "Zaten baharatlı yiyorduk, ne güzel oldu, artık bir de sloganımız var" diye düşünmüş olduklarından şüpheleniyorum. Ama emin olun herşey, hayatlar da "spiced up". İkincisi ise bu cümleyi yanlış anlamış olma ihtimalleri. Hayatları hiç baharatlı değil aslında, sadece yemeklerini baharatlamışlar, o da işlerine geldiği için sanırım...

Pakistan halkı'nın sürtünme katsayısı çok yüksek, harekete geçirebilmek için ne gerekiyor bilemiyorum, artık sıkılmaya başladım ben...

21 Aralık 2010 Salı

2010 yılının en iyi first/third person shooter oyunu: Pakistan

Muhteşem bir açılışa sahip oyun şöyle başlıyor:

Life.
Life never changes.
The end of the world occurred pretty much as we had predicted.
A quiet darkness fell across Pakistan, lasting many years.
Life begins now.

Sonra anlıyorsunuz ki Pakistan bir kurtarıcı bekliyor, o da sizsiniz, klasik bir oyun girişi yani.

Oyuna bir arabanın içinde başlıyorsunuz, uzun bir yol ve oyunun tanıtımı devam ediyor bu sırada. Sonra toplama malzemelerden -genel olarak çamur tuğlalar, kerpiç değil, çamur, bildiğimiz düz çamur- yapılmış fakir bir yere gidiyorsunuz. Daha iyi durumda yerler de keşfedeceksiniz demek isterdim ama oyunun senaryosunda pek değişiklik yok bu konuda.
Bu tarz oyunlarda genelde zindan veya metro gibi labirentlerde dolaşılır, ama Pakistan'da -yükselti kısmının çok kuzeyde olduğunu ve genel itibariyle- dümdüz bir arazide olduğunuzu anlıyorsunuz oyuna başlarken. Her yerde yıkık dökük binalar var. Bazılarının içine girilebiliyor. yaklaşık 180 milyon karakter olduğu söyleniyor, ama bu sayı daha fazla bence.

Neyse, karakter seçiminde dil çok önemli bir yer tutuyor, oyunda ana bir dil var ama halkın %10'u bu dili konuşabiliyor, ek dil bilmek çok önemli, mümkünse paştuca ve çok önemli bir bilgi,-spoiler-arapça-spoiler- bilmek hayatınızı kurtaracaktır emin olun. Ayrıca oyuna milliyet seçeneği de koymuşlar, bazı milliyetler bazı yerlerde daha avantajlı. Mesela Japon veya Amerika'yı seçerseniz şehirde, Türk milliyetini seçerseniz köylerde daha avantajlısınız. Tabi bu avantaj, tam tes yerlerde dezavantaj oluyor. Mesela Amerikalılar köylerde sevilmiyorken, Türkler de şehirde dezavantajlı oluyorlar.
Karakterinizi oluştururken dikkat etmeniz gereken bir konu da dış görünüm, mesela bıyık +1, sakal ve bıyık +2 kazandırıyor konuşma yeteneğinize.

Oyunun tadını bozmak istemediğim için sadece girişinden bahsedeceğim.
Arabayla giderken oyun size tanıtılıyor demiştim ya, sonra bir köyde duruyorsunuz, ekipten birinin tuvaleti geldiği için. Siz de arabadan iniyorsunuz aşağıya ve etrafınızı incelemek istiyorsunuz. Oyunun grafikleri ilgi çekici ama bir süre sonra karanlık ve depresif olabiliyor, o yüzden arasıra oyunu bırakmanız ve nefes almanız gerekebilir.
Neyse, etrafı incelerken bir anda tam arkanızdaki tepelerde bir hareketlilik olduğunu farkediyorsunuz. Ellerinde kalaşnikoflar bulunan yerel karakterler geliyor karşınıza. Tepeden size bakıyorlar. Kafanızın içinde kırmızı ışık yanmaya başlıyor. O an yapabileceğiniz birkaç seçenek olsa da ben en makul, akla en uygun seçeneği seçerek, "Selamun aleyküm" diye bağırdım, bir hareketlilik oldu, içlerinden birisi "Ve aleykum selam" diye  bağırıyor, ama ışık koyu turuncu ama hala tehlike bulunduğunu anlıyoruz, önce ingilizce "We are Turkish, Turkish brother" diye bağırdım, ışık açık turuncuya geçti, bazıları rahatlayıp tüfeklerini indirirken bazılarının hala şüpheci olduğunu gördüğümden hala tehlike var demek ki birşeyler daha yapmak gerekli. Orada dil seçeneğine daha çok puan vermek gerektiğini düşünüyorum, ama o zaman hayatta kalma seçeneğinden puan kesmem gerekiyor, ki bu çok önemli, bunun önemini oyunda ilerledikçe anlıyorsunuz, köylerde ikram edilen su ve benzeri gıda maddeleri, eğer hayatta kalma özelliğinize puan verediyseniz sizi hasta ediyor, oyun boyunca bulanık ekranla dolaşıyorsunuz, neyse, bu yüzden az da olsa dil özelliğine verdiğiniz puanları deneyerek "Ene min Turkiyya, Ene müsliman, Allahu ekber, Ene misafir, Keyfe halikum, Elhamdulillah, Allah barik, fi emanillah" diyerek arabaya geri binebiliyorsunuz.

Öteki seçenekleri deneyemedim, oyunun en kötü yanı load özelliğinin olmaması, ama bu da ayrı bir heyecan katıyor, neşe katıyor, vurdumduymazlık katıyor, inanç katıyor insana, ne derseniz diyin.

Bu arada oyunda çok fazla silah çeşidi var, elde etmek çok zor değil, ama ben silah yerine diplomasiyi tercih ediyorum. İlla ki öldüreceğim derseniz uyuyan bir güvenlik görevlisinden pompalı tüfek, veya heyecanlı ve genç bir polisten kalaşnikof ödünç alabiliyorsunuz. Ayrıca sinsice durdurmak istediğiniz birine kebap veya tikkah adı verilen şiş tarzı yemeklerden ikram edebilir, sütlü çay veya sarı renkli limon tadı olan içeceklerden ikram edebilirsiniz. Konuşmaya başlamak da çoğu zaman karşıdakini safdışı bırakmanıza yardımcı olabiliyor, mümkünse güncel siyaset özelliğinize de puan ekleyiverin.

Bu arada oyun genel olarak adrenalin dolu, araba kullanma kısımları var, ve diyebilirim ki, need for speed haltetmiş, kesinlikle sadece araba kullanmak için bile oynanabilir bu oyun. Dakika başı karşıdan gelen motorsikletler, uzunlarını yakmış arabalar, hiç ışığı olmayan dev traktörler ve grafik açıdan çok güzel olan bol süslü ama bir o kadar da dikkatsiz kamyonlar ile kaarşılaşıyorsunuz. İsterseniz bu kısımları otomatik pilot ile -tabi paranız varsa o da, özel şoför tutmanız gerek- geçebiliyorsunuz, ben bir kere otomatik pilıt seçeneğini denedim, cipsimi yiyerek kolamı içerek izledim sadece, çok heyecanlı, dikkat edin cipsi kolayı dökmeyin etrafa.

Bazı kısımları çok sıkıcı da olabiliyor oyunun, mesela şehirde geçen bölümler, genelde akıl oyunları/bulmaca şeklinde kurgulanmış anladığım kadarıyla, size verilen çeşitli görevleri başarmaya çalışıyorsunuz ama ne yazık ki çok zorluyor bazı bulmacalar, genel olarak rüşvet vermeniz gerekiyor, ama oyunda para kazanmak pek kolay değil, ayrıca rakipleriniz sizden daha önde başlıyorlar bu konuda. -Bunun dışında bazı yerlerde para hiç kullanılmıyor, özellikle köylerde-.Yani pek bilgim yok bu bulmacaların nasıl çözüleceği konusunda. Bilgi paylaşmak isteyen olursa benimle iletişime geçebilir, mutlu olurum.

Mesela şöyle bir bulmaca vardı, ne yazık ki bitiremedim görevi. Dış işleri ile ilgilenen bir birimden resmi bir yazı almanız gerekiyor, göreve başlarken ne kadar zor olabilir ki diye düşünmüştüm, sonra -tabi oyunun ana karakteri olduğunuz için yüksek mevkilerde tanıdıklarınız var- o birimin başına gittim, uzun bir konuşma sonrası, ertesi sabah gelip alabileceğimi söyledi, hah dedim, işte bu kadar, günlerden salıydı, ertesi sabaha kadar bekledim, ertesi sabah, yani çarşamba sabahı "bugün git yarın gel" demez mi? Tamam dedim, bir günden birşey olmaz, ertesi gün yani perşembe günü gittiğimde resmi tatil olduğunu öğrendim, mecbur cuma gününü bekleyecektik, sinirlerim bozuldu ama dert etmedim, cuma günü kimsenin orada olmadığını görünce çok canım sıkıldı, cuma günü her ne kadar resmi tatil değilse de gayri resmi tatil günü oyunda, bu gerçekle oyun boyunca birçek kez yüzleşmek zorunda kalacaksınız, pazartesi günü yüksek mevkideki arkadaşın izne ayrıldığını ve yerine başka birinin baktığını, onun da rüşvet istediğini -ki rüşvet açıkça ifade edilmediği için konuşmaların hepsine dikkat etmeniz gerekiyor, oyunun en zor yanlarından biri de bu, çok gerçekçi bir şekilde oyundaki karakterlerin dil özellikleri de puanlanmış, benim şanssızlığıma düşük biri çıktı, %20 ihtimalle dediklerini anlıyordum, %20nin içinde geçtiği için rüşveti anladım-, pazartesi günü rüşveti veremedim, salı gününe kaldı iş, salı günü "no problem, tomorrow it will be ready" dediklerinde sevindim ama çarşamba dünü de görevi tamamlayamayınca artık haşin davranma özelliğini kullanmaya karar vermiştim, bağırdım çağırdım, adam dedi ki "öğleden sonra gelin". "Lan," dedim kendi kendime, "niye daha önce kulanmadım ki bunu?", bir kaç saat sonra gittim ve bana konuyla alakasız, benim yazdığım yazının taraflarına ulaştığına ve incelendiğine dair bir yazı verdiler. Ben de o görevi bitiremeden başka görevlere daldım.
ufak bir hatırlatma: eğer oyundaki karakterlerden biri size "no problem" dediyse o an bilin ki bir sorun vardır, muhakkak bir sorun vardır hatta. Bir çok kez karşılaştım bu durumla, sizin de bilginiz olsun. Biri size "no problem" dediyse inanmayın, görevi bitirmek istiyorsanız üstüne üstüne gidin.

Daha bir çok şey var anlatabileceğim ama buna ne yer ne de zaman yeter, o yüzden kısa kesiyorum.

Son olarak, oyun o kadar gerçekçi ki, oynanabilirliği biraz düşük bu yüzden, ama inanılmaz grafikler, inanılmaz hikaye örgüsü ve kurgusuyla yıllara damgasını vuracak bir oyun olmuş.

2010 yılının en iyi first/third person shooter oyunu

Evet, 2010 yılının en'leri gibi bir giriş olduğunu farkındayım, lakin yapabileceğim en ufak bir düzeltme yok bu konuda, tek maddelik bir en'ler listesi. en listesi yani.

Neden bir first/third person shooter oyunundan bahsetme gerekliliğini hissettim hemen söyleyeyim. Ya da başlık üzerinden anlatayım durumu:

2010 benim için ilginç bir yıl oldu kabul etmek gerekirse, hayatımın değiştiği bir yıl oldu, kişiliğimin değiştiği bir yıl oldu, çevremin değiştiği bir yıl oldu, alıştığım şeylerden vazgeçtiğim bir yıl oldu, neredeyse kendim dahil herşeyden vazgeçtiğim bir yıl oldu. 2010 yılında dost ve kardeş ülke Pakistan'da idim.

Pakistan her zaman en'lerin yaşandığı bir ülke olacak benim için. En anlatılmaz hatıralar, en akıl almaz olaylar, en yüksek kanaatkârlık seviyesi, en fakirlik, en temizlik eksikliği, en çıldırtan dakikalar, en vurdumduymaz insanlar, en alakasız kişiler, en.

Neyse, konuyu dağıtmadan 2010 yılının en iyi first/third person shooter oyununu açıklıyorum:
PAKİSTAN!

Oyunun açıklaması az sonra...

5 Aralık 2010 Pazar

Pakistan'da -afedersiniz- Tuvalet Döngüsü - II

Yazının bu ikinci bölümünde de buraya dışarıdan gelen ve Pakistan'a alışma sürecinde saha çalışması yapan/yapmak zorunda kalan tüm arkadaşlarımın başına aynı şekilde gelen Tuvalet Döngüsü'nü anlatmak istiyorum.

Burada öncelikle size Pakistan yemeklerinden bahsetmek isterdim, ama bunu anlatmaya ne vakit yeter, ne de kelimeler, burası yeri değil ayrıca. Ama Pakistan yemeklerinin bünyedeki etkileri diye bir yazı yazmak elzem oldu artık, neyse...

Pakistan yemekleri'nin hepsi, ama abartısız hepsi bize dokunur cinsten, içine koydukları baharatlar yüzünden olsa gerek. O yüzden insanın sindirim ve boşaltım sisteminin adaptasyon süreci epeyce uzun sürüyor. -yaklaşık 70 gün kadar-, eger kısa süreliğine geldiyseniz, sadce bir mide bozukluğu ile atlatabiliyorsunuz, ama bu süre 10 günün üstüne çıkarsa adaptasyon zorlaşıyor.

Döngünün 2. kısmı burada başlıyor işte. Yaklaşık 10. günün sonunda midenizin ve bağırsaklarınızın varlığını unutuyorsunuz, ya d onlar kendilerini unutturmaya çalışıyorlar, kalabalık defansın arasında kaybolan forvetler gibi, uzun süre haber alamıyorsunuz yediğiniz yuttuğunuz yiyeceklerden, su buna dahil değil, su her daim kendini belli ediyor, küçük aptes en büyük düşmanınız oluveriyor, (numerik bir değer vermek gerekirse ~1,21 küçük aptes per hour) ama büyük aptes, ne yazık ki ondan haber hiç yok.

10. gün ile 14. gün arasında sanki bir ketçap şişesine dönüyorsunuz. Hoplayıp zıplamalar, sallayıp çalkalamalar işe yaramıyor, şişedeki ketçap ne yazık ki gelmiyor, hayatınız çok öenmli sosunu kaybetmiş gibi duygulanıyorsunuz, düşüncelere gark oluyorsunuz, "ya bir daha hiç tuvalete gidemezsem" diye düşünüp hayıflanıyor, içerideki ufak hareketlenmelerin potansiyelini farkında olmakla beraber aksiyona ne zaman dönüşeceğini bilemediğiniz için hüzünlü ve depresif bir bekleyiş haline geliyor yaşamınız.

Ta ki 15. güne kadar. 15. günden itibaren 4 ila 5 gün boyunca resmen durduramadığınız "şlöps" diye gelen ketçap şişelerinden beter oluyorsunuz, hayatınız allak bullak oluyor. İnanılmaz bir ishalle geçiriyorsunuz hayatınızı 4-5 gün boyunca.

Sonra 20. gün, yine 10 ve 14. gündeki etapları tamamlamanız gerekiyor, 24 veya 25. güne kadar.

Pakistan'daki tuvalet döngüsü budur. Haberiniz olsun.

Afedersiniz, anlatırken utandım ama durum bu. Nasıl olsa herseyı detaylıca anlattığım için kısa kesiyorum.

Teşekkürler.

Pakistan'da -afedersiniz- Tuvalet Döngüsü - I

Afedersiinz tuvalet, hep bu girişi yapmak istemiştim, neden tuvaletten bahsederken "afedersiniz" (dikkat ederseniz tek f harfi kullanılmakta) denilir bilemiyorum, çünkü tuvalet Pakistan'da işlenmesi gereken önemli bir konu.

Gittiğimiz bir köyde farkettim ki, insanların evlerinde tuvalet yok, tuvaletlerini nasıl yaptıklarını sorduğumda ise "Tarlaya doğru yürüyoruz, uzaklarda bir yerlerde yapıveriyoruz" cevabını aldım. Daha sonra bu açıklama geçerliliğini yitirdi, çünkü tarlaya gitmeye üşenen insanlar yolun kenarına çömelip yapıyorlar tuvaletlerini.

Orta Asya'daki Türki Cumhuriyetler de bu konuda pek iyi sayılmazdı ama en azından uzun yollarda kenarlarda bir duvar gördüğümde ve ne işe yaradığını sorduğumda bunun tuvalet niyetine kullanıldığını, arkasına geçip kimseye görünmeden insanların tuvaletlerini yaptıklarını anlatmışlardı bana;
Pakistan'ın tek farkı, o duvar olmadan insanlar tuvaletlerini yapıyorlar.

Gerçi yine Orta Asya'daki kardeşlerimizin evlerinde -genelde dışarıda da olsa- bir tuvalet var, ve bu tuvaletlerin çıkışında muhakkak bir su kaynağı ve sabun bulunmakta. Pakistan su konusunda o ülkelerden kesinlikle daha iyi durumda, sabun alacak paraları olmasa da...
Lakin toplumsal karakter farkı, Pakistan ne yazık ki temizliğe o kadar da önem vermiyor.-cümleyi yumuşattığımı farkındasınızdır-

Pakistan'a alışma dönemimin en önemli aşamalarından birisi de tuvaletini az önce yaptığını gördüğüm bir amcamızın elimi sıkmak istemesiydi, tabi ki geri çevir(e)medim, ve ondan sonra birşeyler çözüldü bende artık.(bu jel şeklindeki el sanitizer'ları süper bir icat -sanırım ve umarım- )

Neyse Pakistan'daki tuvalet ile ilgili bilgiler bunlar, şimdi yazının ikinci kısmına geçeyim.

Bekar Hayatı

Bir süre evli kaldıktan sonra bekar hayatı yaşamak çok daha zor galiba.
Bunu da buraya not düşmek istedim.
05.12.2010 Saat 22:06

25 Kasım 2010 Perşembe

Kaç Kişiyiz?

Önce verileri sıralayım:
1) Pakistan'ın nüfusunun yaklaşık 180 milyon olduğu söyleniyor.
2) Punjab eyaletinde söylenen istatistiklere göre bir ailede ortalama 7.3 kişi yaşıyor.
3) Gittiğimiz yerde bir evde ortalama yaklaşık 4 ailenin kaldığını kendim müşahede ettim.
4) Köyün muhtarına -elder of the village- "Burada kaç hane var?" diye sorduğumda 150 hane olduğunu söyledi.
5) Aynı kişiye "Burada kaç aile yaşıyor?" diye sorduğumda yaklaşık 500 aile olduğunu söyledi.
6) Üşenmedim ve ufak köyün hanelerini saydığımda 200den fazla ev bulunduğunu farkettim.
7) Girdiğim bir evde yaşayan ailedeki sadece büyük küçük erkekleri ve 8 yaşından küçük kız çocuklarını saydığımda 12 kişi olduklarını gördüm.
8) Bize yaklaşık 1500 kişinin yaşadığı söylenen köyde en az 5000 (beşbin) kişinin yaşadığını düşünmekteyim.
9) Ayrıca çevre ülkelerden -tamam, Afganistan-, çok fazla göç aldıklarını, sadece çalışmak için değil, aynı zamanda göçmen veya mülteci olarak da bir çok insanın kayıt dışı olarak bu ülkede bulunduklarını da tespit ettim.
10) Bir çok köye ilk giden yetkililerin bizimle birlikte gittiklerini de öğrendim.
11) Nüfus sayımını yapan insanlarla ilgili ciddi şüphelerim var.
12) Türkiye'de iki şehir arasında epeyce boş alan vardır, yol kenarında köy görmek çoğu zaman mümkün değil, ama şu ana kadar bir şehirden başka bir şehire geçerken bile boş yer göremedim, hep evler vardı.
13) Çoğu yaşlı amcanın 25 kilometre uzaklıktaki kent merkezi diyebileceğimiz biraz daha gelişmiş yerlere bile gitmediğini, bir çok kişinin köyden hiç çıkmadan vefat ettiğini, para görmeyen ve yaşamını değiş-tokuş ile idame ettiren insanların varolduğunu ve bir çok insanın nüfus cüzdanı sahibi olmadıklarını da kişisel olarak tespit ettim.

Sonuç mu?
Bence bu ülkede en az 250000000 (ikiyüzelli milyon) kişi yaşamakta.

12 Kasım 2010 Cuma

Rikşa!

Ya da Rickshaw.
Kelimenin kökeni  Japonca.

jinrikisha (人力車, jin = insan, riki = güç kuvvet, sha = araç), anladınız.

He ne kadar İslamabad'a girmeleri yasak da olsa en çok kullanılan taşıma araçlarından biri de Rikşa.
Önce tekerlek keşfedildi, sonra insan gücü eklendi, sonra pedal filan derken motor bulundu ve sn model rikşalar ortaya çıktı. Pakistan rikşaları ayrı bir alem. Tüplü.

Bir kez binme şansım oldu ama muhteşem bir his, gücün sınırlarında yaşamayı isteyenlere birebir. muhakkak yaşanması gereken bir deneyim.


Çok mutluyum evet. Motorun bağırması, egzost gazının bizi öldürmesi, yandaki rikşalarla kapışmak, geçerken yandaki aracın kapısına sürtmek, birilerini ezmek, bir aksiyon filminden beklenebilecek herşey, sadece bir rikşa turu uzağında insanın...

Mehran

"Mehran" (مهران; River)

Mehran her ne kadar nehir anlamına gelse de benim ilgimi asıl çeken konu "suzuki mehran".

1988de üretilmeye başlanan ve bugüne kadar hiç değişiklik yapılmamış olan Mehran, 800 cc motoru ve tüp takılmış haliyle sokaklarda en sık gördüğümüz araba. Pak - Suzuki Motors Company tarafından üretilmiş.Ben diyeyim 10 milyon siz diyin 100 milyon tane var bunlardan.

Resmi de şöyle birşeyler:




Sonuncusua kanıp da "Aa, ne güzelmiş" demeyin, bunlar bulabildiğim en yeni ve temiz mehranlar. Pakistan'da çizik çarpık vuruk kırık dökük olmayan bir mehran bulmanız mümkün değil. Burada da insanlar muhteşem müzik sistemleri koyuyorlar bunlara, ortak kültür.

Bence mehran 4 tekerlekli motorsiklettir. 1000-1500 amerikan dolarına bir mehran bulunabilir.

Sincap

Öncelikle bu eyaletten özür dilerim.
Burayı ben kurdum, henüz dünya kamuoyuna tanıtmadım, tanıtsam da anlayacaklarından şüpheliyim.

Sincap, Sindh eyaleti ile Pencap eyaletinin birleşim yerlerine verilen ad.

Sindh

Sindh henüzulaşamadığım yerlerden. 2010 yılındaki büyük sel felaketinin son noktası. Başkent Karachi, yani Karaçi dünyanın en kalabalık 4.metropolitan şehri. Dün patlama oldu daha, epeyce karıiık anlayacağınız.

Karaçi yüzünden burada tüm diller konuşuluyor, ama sanırım herkes birbirini anlıyor bir şekilde burada, kırsal alanda ise daha çok sindhi ve seraikhi konuşuluyor.

Ana lehçeler: Kachchi, Lari, Lasi, Thareli, Vicholo (Merkez Sindhi), Macharia, Dukslinu (Hindu Sindhi), ve Sindhi Musalmani (Muslüman Sindhi).

Gidip görünce daha çok yazacağım, buna eminim...

Punjab

Pencap evet.
Pencap'ta Punjabi, yani Pencabi dili konuşulmakta. Anlamadığım bir dil daha, olsun, anlamak gereksiz zaten, önemli olan anlaşmak.

Pencap, Penç=5 ve Ab=Su, yani 5su, yani 5 tane suyun birleşimi demek.
Bunlar bildiğim kadarıyla Ravi, Jehlum, Sutlej ve Indus ve Chenab nehirleri. Hepsi Pencap'ı bölen nehirler, yani taştıkları an tüm Pencap su altında kalıyor, ve dağlık değil tepelik bir arazi bile bulunmadığı için heryer  bir anda denize dönüşüyor.

Pencap diğerlerine nazaran daha gelişmiş bir eyalet. Bu Lahor'dan anlaşılabiliyor. Pencap Pakistan'ın en kalabalık eyaleti, nüfusun %56'sı bu eyalette yaşıyor. Henüz test edemedim ama galiba Pakistan'ın en gezilebilir yeri de burası olsa gerek. Lahor ile İstanbul kardeş şehirlermiş.

Allah'ım nasıl kalabalık anlatamam, köyler bile...

4 Kasım 2010 Perşembe

Buradaki lisanlar ve ben

Dil çok önemli, anlayamazsan anlatamazsan anlaşamazsın.
Burada aslında anlaşmak çok kolay, çünkü Urdu diye bir dil var elimizde.(ne yazık ki dilimizde değil, niye mi? anlatayım o zaman)

Pakistan'da konuşulan diller:
Resmi: Urdu ve İngilizce
Gayri Resmi: Beluci, Peştu, Pencabi, Serayki, Sindi, Hindko ve arada "Bu nece peki?" diye sorduğumda uzun uzun anlatılan ama hiçbirşey anlamadığım 3-4 dil daha.

Urdu, Türkçe'deki "Ordu" kelimesinden gelmiş, bunu söyleyen herkes, aynı zamanda istisnasız bir şekilde "Hani Leşker var ya Türkçe'de, Asker, onun gibi" de dediler.

Askar ve Lashgar. Buradan da zaten "Her Türk asker doğar" sonucuna ulaşarak Türk olmadığımı kanıtladım kendime. Neyse...

Urdu, Arapça Farsça Türkçe ve İngilizce karışımı (bence uydurma) bir dil, herkes farklı kurallar uyduruyor zaten, öğrensem bir dert öğrenmesem ayrı bir dert. Çünkü Urdu resmi dil ama herkes bilmiyor ne yazık ki...

Urdu genel olarak her yerde kullanılıyor ama Belucistan'da hiç kimse beni anlamıyor,çünkü herkes Balochi konuşuyor, Khyber Pakhtunkhwa'da Pashto konuşuluyor ve Urdu dilinde soru sorduğumda boş boş yüzüme baktılar, "acaba aksanımı mı anlamadılar ki" diye kendimden şüphe edecekken bunun normal olduğunu anladım, Pencap'ta Punjabi var, bazı yerlerde Saraiki, Sind yöresinde de Sindhi var, ki bunların hiçbiri birbiriyle alakalı değil.

Yuh ama,ayıptır söylemesi "Kehaleha"(ben genelde ke hale diyorum anlıyorlar, olmazsa kehalehahehum diyerek sonunu yutuyorum ama) diyince İslamabad'da en azından bir "tiyk, tiyke, tiykum, tiyktag" gibi bir cevap alabiliyorum ama kuzeye gidince "Sengehalde"(senghai diyebiliyorum ama anladılar mesela) demek gerekiyor, cevap da "khaym"(bu kh harfi kaba h olarak tabir edeceğim harf ve iyiyim dermiş gibi hayiym deseniz de anlıyorlar) oluyor ve böylece anlaşabiliyoruz, ama anlaşamıyoruz işte, ama çözüm basit.

İlk önce Farsça deneyin. Olmadı Arapçasını deneyin, onda da çözüme ulaşamadıysanız ve Türkçesi farklıysa Türkçe'yi deneyin, muhakkak tutacaktır. Olmadı zaten İngilizcesini kullanıyorlardır.
Mesela Peynir. Farsçası ne? Panir. Ve evet, Urdu da Panir diyor.

Son olarak dil konusunda beni sinir ettikleri bir hususu aktarmak istiyorum.

College Road: Biz olsak Kolej yolu, lise yolu filan deriz ya, bunlar Kalıc Rod diyorlar direk. کالج روڈ

Abbotabad diye gerçekten bir şehir olduğunu ilk öğrendiğim zaman yıkılmıştım, Kuwait City bile daha anlaşılır, Abbot amcam gelmiş adını koymuş, benim gururuma dokunurdu vallahi. Ama yapılacak birşey yok. Yeni hedefim Dar Mohammad Imran Khan isimli bir şehir kurmak.

Evet, Muhammed Mehmet olunca Türkçe'de, benim adım da Mohammad Imran oldu. Gerçi o aradaki elif ayn'a döndü ama ne yapalım, maksat anlaşmak olunca göz yumduk bu değişime de, eliftik, eğildik ayn olduk...

Merhaba, ben محمد عمران

İslamabad ve Yemek

Evet, yemek yemeyi severim, ya da severdim demeliyim. Pakistan'a geldiğimden beri benim için her şey "otantik" yemek havasında. Kebap kebap değil, tavuk tavuk değil, pide pide değil, ne kaldı peki? çorba. çorba da çorba değil zaten.

Yoo dostum, abartmıyorum, değişik yemekler hep hoşuma gitmiştir, ama her zaman dediğim gibi "Pakistan ayrı bir ülke, ayrı bir dünya ve ayrı bir boyut".
[Ara not: Yukarıda "otantik" kelimesini boşuna kulanmadım, eğer bir gün birisi gelir de "Otantik yemeklerle aranız nasıl?" minvalinde br soru soracak olursa, "Pardon sör?" derken ağzının ortasına vurup kaçacağım ve evet sinirliyim]

İlk deneyimimden bahsetmek istiyorum:


Meyve Salatası
Malzemeler: Elma, Muz, Üzüm
Baharatlar: Sayamayacağım kadar çok

Malzemeler alınır ve ufak küpler halinde doğranır, üzümler hariç, sonra bir tabağa boşaltılır, ve kırmızı biber tarçın safran karabiber ve kimyon eşliğinde sunulur.

Türkiye'de olsam ve bir Pakistan lokantasına gitsem, "Aaa, denesem mi ki?" desem denerim, tamam, da burada bunu genelde yemek olarak yiyordum ve aç kalıyordum ilk günler.

Çorba
Malzemeler: Tavuk, Mısır
Baharatlar: Saymaya üşeneceğim kadar çok

Ya, çok güzel birşey olabilirdi, eğer içine şeker katmasalardı. bir kere katılmamışını buldum, yumuldum direk, ama şekerli çorba her zaman favorim değildir ne yazık ki, özellikle de açken.  Başka çorba denemeyi gözüm yemedi ama var muhakkak, her damağa uygun tatlar ülkesi Pakistan'da uygun birşeyler bulmak zor değil.

Kebap:
İçine koydukları ana baharatın ismini unutmuşlar sanırım, herkes koyuyor ama kimse adını bilemiyor, sanki o doğal bir şekilde hep içindeymiş gibi, anlatamadım, ama o baharat kesinlikle Türkiye'de yok. O baharatı tarlada bulursam, önce bir sigara yakacağım, sonra da izmariti ekinlerin ortasına ortasına atacağım. Köftelerine alışamadım. Tikka bizim şişlere benziyor, yersem onu yiyebiliyorum. Otantik de değil zaten.
Şekerli kebaplar da değişik hisler bırakıyor insanda (açlık ve tatminsizlik gibi)

Ara özet: Anlatmaya çalıştığım şeyi şöyle özetleyeceğim, hani insan çok fena susar da masadaki bardağı kafasına diker ama o bardakta su değil gazoz vardır, hissiyatım öyle.

Ekmek:
Ekmek var, ama hangisinin adı hangisi çözene kadar canım çıktı.
Paratha, içli ekmek, kapalı pide gibi birşey, ya da bazen sadeleri Gaziantep katmeri gibi
Roti, bizim lavaş sanırım.
Nan, bizim uzun ince pidemiz gibi.
Çapati, esmer lavaş.
Sade nan, bizim lavaşın aynısı, roti ile aradaki farkı bilemiyorum.

Kısacası çok acıksanız da birşeyler yemek isteseniz, bir de üstüne zekice davranıp "peynir ekmek yeter" derseniz, aç kalırsınız. "Ekmek var mı?" diye sordum bir kere (İz der bred? dedim), No sör dedi, Roti? No. Nan? No. Paratha? No. Ben üzüntüden boynumu bükmüştüm.
Çapati var olur mu dedi adam daha sonra, o bükük boynumun üstündeki kafamı duvarlara vurmak istedim, ama vurmadım.

Tatlı:
Kheer, bizim sütlaç ile keşkül arasında bir tatlı. Dondurma yiyebilirsiniz, çikolatalı dondurmaları iyi değil, meyveli yiyin, özellikle de portakallı. evet, sevdiğim birşey var burada.

Sıkıldım yazmaktan bugünlük.
ve İslamabad, senin resmini de daha sonra buraya koyarım bir ara...

İslamabad

Başkent İslamabad cetvele çizilmiş, kağıt üstünde oluşturulup uygulamaya gelince biraz sorunlu da olsa çok çok düzenli bir şehir, elle yapılmış başkent.

Ankara da sonradan başkent olmuş, ortada köy gibi dururken yavaş yavaş gelişmiş filan ama İslamabad öyle değil, ortada ufak kabileler varken başkent yapmaya karar vermişler, tamamen İngiliz stili bir kent. Zaten sokaktaki herkes sıze "Sör" diye hitap ediyor.

"Your good name sir?"
Bu nasıl bir isim sorma şeklidir yahu? İngilizlerden nefret ediyorum galiba, müzisyenleri hariç...
Suçları yok tabi ki insanların ama "Sör" diye gelen ilk kişinin ağzının ortasına bir tane vurmak istiyorum. Dediğim gibi, diyen insanın suçu...var işte, selpak satan çocuğun "abi, abi, abi, abie, abieya, abiyeow" demesi gibi, bu suçun tamamı da İngilizlerin değil bence. Neyse, kendi kendimi gaza getirmeme gerek  yok.

İslamabad diyordum, kim hatırlamıyorum, pek de ünlü olmayan birinin dediği gibi "İslamabad'ın New York ile tek benzerliği Manhattan Mezarlığıdır, orası bile İslamabad'dan hareketli." Bence abartmış kim demişse, süper bir yer bence, Jinnah Super Market var, super market filan değil, bir sürü dükkanın olduğu bir çarşı, burada çarşılara super market deniyor. Fotoğrafını da çekmek isterdim ama yanıltıcı olacağı için çekmedim hala, Ankara Sıhhiye köprüsü altındaki çarşılar bunlar. Genelde cep telefoncuları var, biraz giyim, ve en önemlisi Mr. Saeed Books ve Cambridge Bookstore var ki Cambridge 6250 square feetlik alanıyla görülmeye değer bir kırtasiye. Evet, artık kırtasiyeler de gözümde büyüyen yerler, not defteri almak istediğimde bana telefon defteri verdi önce, ben de "hayır, not tutmak için defter" dedim, harita metod defteri verdi, "gıpta veya front veya barunson olsa alırdım" dedim, anlamadı, çıktım. Bir kaç tane de ufak sahaf var, sahaf demek isterdim ama özellikle sahaflık yapmıyorlar, eski kitapları sattıkları için sahaf diyorum, yani yeni kitap olsa onu satacaklar ama bulamıyorlar sanırım, ama kitap çok ucuzmuş, bilemedim yine de. [olmadı kitap işine giriyorum]

Sektörler var İslamabad'da, her sektör de galiba alt sektörlere ayrılıyor, mesela G-11/3 gibi veya bizim ofisin bulunduğu F-7/2 gibi, üçüncü sayının 4ten büyük olduğunu görmedim, demek ki G-11 veya F-7 kare yerlerden oluşuyor.

Burası memur şehri, buldum yine Ankara'yı... Ve son olarak,

İslamabad, lafım sana, fotoğraf çekilmeyi haketmiyorsun...
[yine de ayak bastığım ilk yer olarak sana karşı ufak duygular da beslemiyor değilim, veya saçmalıyorum]

Khyber Pakhtunkhwa

Ya da North West Frontier Province.
Kuzey Batı Sınır Eyaleti.
Ama bence oranın adı başlıkta da belirttiğim üzere "Hayber Pahtunkva".

Çoğunluk Pashtun, yani bildiğimiz -hepimizin bildiği anlamında- Peştunlar. Sonra Hindkowanlar ve Chitral'ler geliyor. Başkenti Peshawar, yani -yine- bildiğimiz Peşaver.

Burada çeşitli diller konuşuluyor, en geneli Pakhto yani Peştu dili.
Bunu dışında da Hindko ve Seraikhi dilleri de konuşulyor, ayrıca Farsça da yaygın. Ben Arapça bilenlere rastladım epeyce, ama hiçbiri fasih arapça bilmiyor:).
Son olarak bir çok Afgan da yaşıyor burada.

Çoğunluk Sünni, arada biraz da Şia ve İsmaili de var. O yuzden -genellikle bildiğimiz gibi- her 5 dakikada bir ezan okunuyor. Her mezhep kendi vaktinde ezan okuyor.

Zaten Ramazan Bayramı'nda bayram namazı da üç gün boyunca kılındı burada. Hilali göremedik bir türlü, nasıl göremediysek...

Bak canım sıkıldı şimdi....
Neyse, notlarımı Peşaver'den bir otobüs manzarası ile bitiriyorum, esen kalın.


Pakistan ve Ben

Bir süredir Pakistan'dayım ve muhtemelen bir süre daha burada olacağım ve bu süre içinde eğer sıkılmazsam birşeyler de yazacağım.
Mesela Pakistan'da kaç insan yaşadığını, kaç tane eyalet olduğunu, kaç tane dil konuşulduğunu, insanları olayları filan paylaşmak isitiyorum, ama bu o kadar da kolay değil.

Çünkü burası "Alis Harikalar Diyarı". Her an bir olay oluyor ve bu her an olan olaylar o kadar rutine bağladı ki normalde çok ilginç gelebilecek birşeye bile artık dönüp bakmıyorum.

Alışmak, kanıksamak bu olsa gerek. Zaten Pakistan da öyle bir ülke, insanlar herşeye alışmışlar...