22 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Ülkenin Kültür Birikimi ve Spice up your life!

Aklıma takılan iki hususa da değinmeden edemeyeceğim.

Birincisi dost ve kardeş ülke Pakistan'ın kültürel birikimi.
Pakistan yıllar boyu farklı din dil ve ırktan yüzlerce devletin etkisi altında kalmış bir ülke. (Aslında bu cümleye ciddi bir giriş yapmamıştım ama devam ediyorum) Düşününce bir tarafta İran gibi köklü bir ülke, diğer tarafta Çin gibi uzun soluklu bir devlet, Rusya'ya yakın, zaten Hindistan'dan din dışında bir farkı yok, Türkler burada epeyce dinlenmişler, İngilizler desen sömürmüş, daha kim gelsin ki? veya daha hangi kültür etkilesin ki bu toprakları?
Her gelen birşeyler almış bir şeyler vermiş, bir etkileşim bir sinerji var bu topraklarda. Sinerjinin sebebinin Pakistan halkı olduğunu sanmıyorum, benim bu zamana kadar edindiğim gözlemler ve bunların sonucunda oluşan yargılarım, Pakistan halkı'nın tüm bu etkileri uzun bir süre izlediği ve daha sonra "Eh hadi artık birşeyler yapalım" kıvamına gelince de en basitini uygulamaları.
Kısacası Pakistan'ın kesinlikle bir kültür birikimi var, patlamaya hazır bir birikim, hiçbir zaman kinetiğe, harekete dönememiş bir birikim.
Ama bu birikim cidden var, her ne kadar atom bombasına sahip tek müslüman ülke de olsa, bu birikimin harekete geçmesi için onun gibi birkaç bombanın daha patlaması gerekiyor sanırım...

Gelelim "Spice up your life!" kavramına. Anglo-saxon kültürünün günümüzde kullanmaya devam ettiği, "günü gün et, hayatı renklendir, neşeli ol ki genç kal" gibi söylemler, dost ve kardeş ülke Pakistan'da da yankılanmış bir süre. Bundandır ki, neredeyse tüm lokantalarda "Spice up your life!" yazıyor.
Bunu iki yönden inceliyorum; birincisi, demek ki Pakistan istediği ve kendine uygun gördüğü etkiyi anında uygulamaya geçirebiliyor. "Zaten baharatlı yiyorduk, ne güzel oldu, artık bir de sloganımız var" diye düşünmüş olduklarından şüpheleniyorum. Ama emin olun herşey, hayatlar da "spiced up". İkincisi ise bu cümleyi yanlış anlamış olma ihtimalleri. Hayatları hiç baharatlı değil aslında, sadece yemeklerini baharatlamışlar, o da işlerine geldiği için sanırım...

Pakistan halkı'nın sürtünme katsayısı çok yüksek, harekete geçirebilmek için ne gerekiyor bilemiyorum, artık sıkılmaya başladım ben...

21 Aralık 2010 Salı

2010 yılının en iyi first/third person shooter oyunu: Pakistan

Muhteşem bir açılışa sahip oyun şöyle başlıyor:

Life.
Life never changes.
The end of the world occurred pretty much as we had predicted.
A quiet darkness fell across Pakistan, lasting many years.
Life begins now.

Sonra anlıyorsunuz ki Pakistan bir kurtarıcı bekliyor, o da sizsiniz, klasik bir oyun girişi yani.

Oyuna bir arabanın içinde başlıyorsunuz, uzun bir yol ve oyunun tanıtımı devam ediyor bu sırada. Sonra toplama malzemelerden -genel olarak çamur tuğlalar, kerpiç değil, çamur, bildiğimiz düz çamur- yapılmış fakir bir yere gidiyorsunuz. Daha iyi durumda yerler de keşfedeceksiniz demek isterdim ama oyunun senaryosunda pek değişiklik yok bu konuda.
Bu tarz oyunlarda genelde zindan veya metro gibi labirentlerde dolaşılır, ama Pakistan'da -yükselti kısmının çok kuzeyde olduğunu ve genel itibariyle- dümdüz bir arazide olduğunuzu anlıyorsunuz oyuna başlarken. Her yerde yıkık dökük binalar var. Bazılarının içine girilebiliyor. yaklaşık 180 milyon karakter olduğu söyleniyor, ama bu sayı daha fazla bence.

Neyse, karakter seçiminde dil çok önemli bir yer tutuyor, oyunda ana bir dil var ama halkın %10'u bu dili konuşabiliyor, ek dil bilmek çok önemli, mümkünse paştuca ve çok önemli bir bilgi,-spoiler-arapça-spoiler- bilmek hayatınızı kurtaracaktır emin olun. Ayrıca oyuna milliyet seçeneği de koymuşlar, bazı milliyetler bazı yerlerde daha avantajlı. Mesela Japon veya Amerika'yı seçerseniz şehirde, Türk milliyetini seçerseniz köylerde daha avantajlısınız. Tabi bu avantaj, tam tes yerlerde dezavantaj oluyor. Mesela Amerikalılar köylerde sevilmiyorken, Türkler de şehirde dezavantajlı oluyorlar.
Karakterinizi oluştururken dikkat etmeniz gereken bir konu da dış görünüm, mesela bıyık +1, sakal ve bıyık +2 kazandırıyor konuşma yeteneğinize.

Oyunun tadını bozmak istemediğim için sadece girişinden bahsedeceğim.
Arabayla giderken oyun size tanıtılıyor demiştim ya, sonra bir köyde duruyorsunuz, ekipten birinin tuvaleti geldiği için. Siz de arabadan iniyorsunuz aşağıya ve etrafınızı incelemek istiyorsunuz. Oyunun grafikleri ilgi çekici ama bir süre sonra karanlık ve depresif olabiliyor, o yüzden arasıra oyunu bırakmanız ve nefes almanız gerekebilir.
Neyse, etrafı incelerken bir anda tam arkanızdaki tepelerde bir hareketlilik olduğunu farkediyorsunuz. Ellerinde kalaşnikoflar bulunan yerel karakterler geliyor karşınıza. Tepeden size bakıyorlar. Kafanızın içinde kırmızı ışık yanmaya başlıyor. O an yapabileceğiniz birkaç seçenek olsa da ben en makul, akla en uygun seçeneği seçerek, "Selamun aleyküm" diye bağırdım, bir hareketlilik oldu, içlerinden birisi "Ve aleykum selam" diye  bağırıyor, ama ışık koyu turuncu ama hala tehlike bulunduğunu anlıyoruz, önce ingilizce "We are Turkish, Turkish brother" diye bağırdım, ışık açık turuncuya geçti, bazıları rahatlayıp tüfeklerini indirirken bazılarının hala şüpheci olduğunu gördüğümden hala tehlike var demek ki birşeyler daha yapmak gerekli. Orada dil seçeneğine daha çok puan vermek gerektiğini düşünüyorum, ama o zaman hayatta kalma seçeneğinden puan kesmem gerekiyor, ki bu çok önemli, bunun önemini oyunda ilerledikçe anlıyorsunuz, köylerde ikram edilen su ve benzeri gıda maddeleri, eğer hayatta kalma özelliğinize puan verediyseniz sizi hasta ediyor, oyun boyunca bulanık ekranla dolaşıyorsunuz, neyse, bu yüzden az da olsa dil özelliğine verdiğiniz puanları deneyerek "Ene min Turkiyya, Ene müsliman, Allahu ekber, Ene misafir, Keyfe halikum, Elhamdulillah, Allah barik, fi emanillah" diyerek arabaya geri binebiliyorsunuz.

Öteki seçenekleri deneyemedim, oyunun en kötü yanı load özelliğinin olmaması, ama bu da ayrı bir heyecan katıyor, neşe katıyor, vurdumduymazlık katıyor, inanç katıyor insana, ne derseniz diyin.

Bu arada oyunda çok fazla silah çeşidi var, elde etmek çok zor değil, ama ben silah yerine diplomasiyi tercih ediyorum. İlla ki öldüreceğim derseniz uyuyan bir güvenlik görevlisinden pompalı tüfek, veya heyecanlı ve genç bir polisten kalaşnikof ödünç alabiliyorsunuz. Ayrıca sinsice durdurmak istediğiniz birine kebap veya tikkah adı verilen şiş tarzı yemeklerden ikram edebilir, sütlü çay veya sarı renkli limon tadı olan içeceklerden ikram edebilirsiniz. Konuşmaya başlamak da çoğu zaman karşıdakini safdışı bırakmanıza yardımcı olabiliyor, mümkünse güncel siyaset özelliğinize de puan ekleyiverin.

Bu arada oyun genel olarak adrenalin dolu, araba kullanma kısımları var, ve diyebilirim ki, need for speed haltetmiş, kesinlikle sadece araba kullanmak için bile oynanabilir bu oyun. Dakika başı karşıdan gelen motorsikletler, uzunlarını yakmış arabalar, hiç ışığı olmayan dev traktörler ve grafik açıdan çok güzel olan bol süslü ama bir o kadar da dikkatsiz kamyonlar ile kaarşılaşıyorsunuz. İsterseniz bu kısımları otomatik pilot ile -tabi paranız varsa o da, özel şoför tutmanız gerek- geçebiliyorsunuz, ben bir kere otomatik pilıt seçeneğini denedim, cipsimi yiyerek kolamı içerek izledim sadece, çok heyecanlı, dikkat edin cipsi kolayı dökmeyin etrafa.

Bazı kısımları çok sıkıcı da olabiliyor oyunun, mesela şehirde geçen bölümler, genelde akıl oyunları/bulmaca şeklinde kurgulanmış anladığım kadarıyla, size verilen çeşitli görevleri başarmaya çalışıyorsunuz ama ne yazık ki çok zorluyor bazı bulmacalar, genel olarak rüşvet vermeniz gerekiyor, ama oyunda para kazanmak pek kolay değil, ayrıca rakipleriniz sizden daha önde başlıyorlar bu konuda. -Bunun dışında bazı yerlerde para hiç kullanılmıyor, özellikle köylerde-.Yani pek bilgim yok bu bulmacaların nasıl çözüleceği konusunda. Bilgi paylaşmak isteyen olursa benimle iletişime geçebilir, mutlu olurum.

Mesela şöyle bir bulmaca vardı, ne yazık ki bitiremedim görevi. Dış işleri ile ilgilenen bir birimden resmi bir yazı almanız gerekiyor, göreve başlarken ne kadar zor olabilir ki diye düşünmüştüm, sonra -tabi oyunun ana karakteri olduğunuz için yüksek mevkilerde tanıdıklarınız var- o birimin başına gittim, uzun bir konuşma sonrası, ertesi sabah gelip alabileceğimi söyledi, hah dedim, işte bu kadar, günlerden salıydı, ertesi sabaha kadar bekledim, ertesi sabah, yani çarşamba sabahı "bugün git yarın gel" demez mi? Tamam dedim, bir günden birşey olmaz, ertesi gün yani perşembe günü gittiğimde resmi tatil olduğunu öğrendim, mecbur cuma gününü bekleyecektik, sinirlerim bozuldu ama dert etmedim, cuma günü kimsenin orada olmadığını görünce çok canım sıkıldı, cuma günü her ne kadar resmi tatil değilse de gayri resmi tatil günü oyunda, bu gerçekle oyun boyunca birçek kez yüzleşmek zorunda kalacaksınız, pazartesi günü yüksek mevkideki arkadaşın izne ayrıldığını ve yerine başka birinin baktığını, onun da rüşvet istediğini -ki rüşvet açıkça ifade edilmediği için konuşmaların hepsine dikkat etmeniz gerekiyor, oyunun en zor yanlarından biri de bu, çok gerçekçi bir şekilde oyundaki karakterlerin dil özellikleri de puanlanmış, benim şanssızlığıma düşük biri çıktı, %20 ihtimalle dediklerini anlıyordum, %20nin içinde geçtiği için rüşveti anladım-, pazartesi günü rüşveti veremedim, salı gününe kaldı iş, salı günü "no problem, tomorrow it will be ready" dediklerinde sevindim ama çarşamba dünü de görevi tamamlayamayınca artık haşin davranma özelliğini kullanmaya karar vermiştim, bağırdım çağırdım, adam dedi ki "öğleden sonra gelin". "Lan," dedim kendi kendime, "niye daha önce kulanmadım ki bunu?", bir kaç saat sonra gittim ve bana konuyla alakasız, benim yazdığım yazının taraflarına ulaştığına ve incelendiğine dair bir yazı verdiler. Ben de o görevi bitiremeden başka görevlere daldım.
ufak bir hatırlatma: eğer oyundaki karakterlerden biri size "no problem" dediyse o an bilin ki bir sorun vardır, muhakkak bir sorun vardır hatta. Bir çok kez karşılaştım bu durumla, sizin de bilginiz olsun. Biri size "no problem" dediyse inanmayın, görevi bitirmek istiyorsanız üstüne üstüne gidin.

Daha bir çok şey var anlatabileceğim ama buna ne yer ne de zaman yeter, o yüzden kısa kesiyorum.

Son olarak, oyun o kadar gerçekçi ki, oynanabilirliği biraz düşük bu yüzden, ama inanılmaz grafikler, inanılmaz hikaye örgüsü ve kurgusuyla yıllara damgasını vuracak bir oyun olmuş.

2010 yılının en iyi first/third person shooter oyunu

Evet, 2010 yılının en'leri gibi bir giriş olduğunu farkındayım, lakin yapabileceğim en ufak bir düzeltme yok bu konuda, tek maddelik bir en'ler listesi. en listesi yani.

Neden bir first/third person shooter oyunundan bahsetme gerekliliğini hissettim hemen söyleyeyim. Ya da başlık üzerinden anlatayım durumu:

2010 benim için ilginç bir yıl oldu kabul etmek gerekirse, hayatımın değiştiği bir yıl oldu, kişiliğimin değiştiği bir yıl oldu, çevremin değiştiği bir yıl oldu, alıştığım şeylerden vazgeçtiğim bir yıl oldu, neredeyse kendim dahil herşeyden vazgeçtiğim bir yıl oldu. 2010 yılında dost ve kardeş ülke Pakistan'da idim.

Pakistan her zaman en'lerin yaşandığı bir ülke olacak benim için. En anlatılmaz hatıralar, en akıl almaz olaylar, en yüksek kanaatkârlık seviyesi, en fakirlik, en temizlik eksikliği, en çıldırtan dakikalar, en vurdumduymaz insanlar, en alakasız kişiler, en.

Neyse, konuyu dağıtmadan 2010 yılının en iyi first/third person shooter oyununu açıklıyorum:
PAKİSTAN!

Oyunun açıklaması az sonra...

5 Aralık 2010 Pazar

Pakistan'da -afedersiniz- Tuvalet Döngüsü - II

Yazının bu ikinci bölümünde de buraya dışarıdan gelen ve Pakistan'a alışma sürecinde saha çalışması yapan/yapmak zorunda kalan tüm arkadaşlarımın başına aynı şekilde gelen Tuvalet Döngüsü'nü anlatmak istiyorum.

Burada öncelikle size Pakistan yemeklerinden bahsetmek isterdim, ama bunu anlatmaya ne vakit yeter, ne de kelimeler, burası yeri değil ayrıca. Ama Pakistan yemeklerinin bünyedeki etkileri diye bir yazı yazmak elzem oldu artık, neyse...

Pakistan yemekleri'nin hepsi, ama abartısız hepsi bize dokunur cinsten, içine koydukları baharatlar yüzünden olsa gerek. O yüzden insanın sindirim ve boşaltım sisteminin adaptasyon süreci epeyce uzun sürüyor. -yaklaşık 70 gün kadar-, eger kısa süreliğine geldiyseniz, sadce bir mide bozukluğu ile atlatabiliyorsunuz, ama bu süre 10 günün üstüne çıkarsa adaptasyon zorlaşıyor.

Döngünün 2. kısmı burada başlıyor işte. Yaklaşık 10. günün sonunda midenizin ve bağırsaklarınızın varlığını unutuyorsunuz, ya d onlar kendilerini unutturmaya çalışıyorlar, kalabalık defansın arasında kaybolan forvetler gibi, uzun süre haber alamıyorsunuz yediğiniz yuttuğunuz yiyeceklerden, su buna dahil değil, su her daim kendini belli ediyor, küçük aptes en büyük düşmanınız oluveriyor, (numerik bir değer vermek gerekirse ~1,21 küçük aptes per hour) ama büyük aptes, ne yazık ki ondan haber hiç yok.

10. gün ile 14. gün arasında sanki bir ketçap şişesine dönüyorsunuz. Hoplayıp zıplamalar, sallayıp çalkalamalar işe yaramıyor, şişedeki ketçap ne yazık ki gelmiyor, hayatınız çok öenmli sosunu kaybetmiş gibi duygulanıyorsunuz, düşüncelere gark oluyorsunuz, "ya bir daha hiç tuvalete gidemezsem" diye düşünüp hayıflanıyor, içerideki ufak hareketlenmelerin potansiyelini farkında olmakla beraber aksiyona ne zaman dönüşeceğini bilemediğiniz için hüzünlü ve depresif bir bekleyiş haline geliyor yaşamınız.

Ta ki 15. güne kadar. 15. günden itibaren 4 ila 5 gün boyunca resmen durduramadığınız "şlöps" diye gelen ketçap şişelerinden beter oluyorsunuz, hayatınız allak bullak oluyor. İnanılmaz bir ishalle geçiriyorsunuz hayatınızı 4-5 gün boyunca.

Sonra 20. gün, yine 10 ve 14. gündeki etapları tamamlamanız gerekiyor, 24 veya 25. güne kadar.

Pakistan'daki tuvalet döngüsü budur. Haberiniz olsun.

Afedersiniz, anlatırken utandım ama durum bu. Nasıl olsa herseyı detaylıca anlattığım için kısa kesiyorum.

Teşekkürler.

Pakistan'da -afedersiniz- Tuvalet Döngüsü - I

Afedersiinz tuvalet, hep bu girişi yapmak istemiştim, neden tuvaletten bahsederken "afedersiniz" (dikkat ederseniz tek f harfi kullanılmakta) denilir bilemiyorum, çünkü tuvalet Pakistan'da işlenmesi gereken önemli bir konu.

Gittiğimiz bir köyde farkettim ki, insanların evlerinde tuvalet yok, tuvaletlerini nasıl yaptıklarını sorduğumda ise "Tarlaya doğru yürüyoruz, uzaklarda bir yerlerde yapıveriyoruz" cevabını aldım. Daha sonra bu açıklama geçerliliğini yitirdi, çünkü tarlaya gitmeye üşenen insanlar yolun kenarına çömelip yapıyorlar tuvaletlerini.

Orta Asya'daki Türki Cumhuriyetler de bu konuda pek iyi sayılmazdı ama en azından uzun yollarda kenarlarda bir duvar gördüğümde ve ne işe yaradığını sorduğumda bunun tuvalet niyetine kullanıldığını, arkasına geçip kimseye görünmeden insanların tuvaletlerini yaptıklarını anlatmışlardı bana;
Pakistan'ın tek farkı, o duvar olmadan insanlar tuvaletlerini yapıyorlar.

Gerçi yine Orta Asya'daki kardeşlerimizin evlerinde -genelde dışarıda da olsa- bir tuvalet var, ve bu tuvaletlerin çıkışında muhakkak bir su kaynağı ve sabun bulunmakta. Pakistan su konusunda o ülkelerden kesinlikle daha iyi durumda, sabun alacak paraları olmasa da...
Lakin toplumsal karakter farkı, Pakistan ne yazık ki temizliğe o kadar da önem vermiyor.-cümleyi yumuşattığımı farkındasınızdır-

Pakistan'a alışma dönemimin en önemli aşamalarından birisi de tuvaletini az önce yaptığını gördüğüm bir amcamızın elimi sıkmak istemesiydi, tabi ki geri çevir(e)medim, ve ondan sonra birşeyler çözüldü bende artık.(bu jel şeklindeki el sanitizer'ları süper bir icat -sanırım ve umarım- )

Neyse Pakistan'daki tuvalet ile ilgili bilgiler bunlar, şimdi yazının ikinci kısmına geçeyim.

Bekar Hayatı

Bir süre evli kaldıktan sonra bekar hayatı yaşamak çok daha zor galiba.
Bunu da buraya not düşmek istedim.
05.12.2010 Saat 22:06